5 Kasım 2013 Salı

Anlatım Türlerinin Sınıflandırılması


ANLATIM TÜRLERİ
Her anlatımın; gerçekleştiği bağlam içinde ayrı bir bütündür. Anlatım, dil bilgisi kuralları ve anlam ilişkisi ile birbirine bağlanan cümle ve paragraf adlı birimlerden oluşur.
Edebî türler veya metin türleri olarak bilinen yazılarda farklı anlatım birlikleri bir araya gelir. Bir hi­kâyede betimleme, açıklama, tanıtma amacıyla yazılmış parçalar öyküleme (hikâye etme) çevresinde birleştirilir. Makale adlı türde; açıklama, tanımlama, tartışma, öğretme, anlatım biçimleri birlikte kullanı­labilir.
Anlatımın gerçekleşmesinde iletişime katılan öğelerin, anlatımın amacı, alıcıda uyandırılmak iste­nilen etki ve anlatıcının anlatılan husus veya obje karşısındaki tavrı anlatım türünü belirler. İçinde yer alacağı, kendisinden daha geniş metnin varlık sebebi ve özellikleri, anlatımın gerçekleşmesinde izle­necek yolun belirlenmesinde rol sahibidir
Öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım, göstermeye bağlı anlatım, öğretici anlatım, açıklayıcı an­latım, kanıtlayıcı anlatım, tartışmacı anlatım, coşku ve heyecana bağlı anlatım, destansı anlatım, acı ve hüzün verici anlatım, düşsel anlatım, mizahî anlatım, emredici anlatım, söyleşmeye bağlı anlatım, gelecekten söz eden anlatım vb. anlatım türlerinden söz edilebilir.
Öyküleyici Anlatım: Bu anlatımda amaç; olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmak, anlat­mak istenileni bir olay içerisinde vermektir. Öyküleyici anlatımda olaylar oluş haline uygun olarak bir dizi halinde verilirse birbirine bağlanır. Öyküleme, tasarlanan ya da yaşanan bir olayın anlatımıdır. Roman, hikâye ve masalların anlatımı öyküleyici anlatım biçimindedir.
Öyküleyici anlatımda olay, kişi, zaman, mekân ve anlatıcı ortak öğelerdir. Her öyküleyici anlatım­da anlatılacak, nakledilecek veya gösterilecek bir olay veya olay örgüsü ve bir anlatıcı bulunur. Sanat metinlerinde anlatıcı kurmaca kişi, öğretici öyküleyici metinlerde ise gerçek bir kişidir. Öyküleyici metinlerde anlatıcının anlattıklarını nereden ve nasıl öğrendiği metinden ve ifadelerden anlaşılır. Bu me­nlerde anlatıcı, yaşayan veya yaşamış bir kişidir.
Betimleyici Anlatım: Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların nite­liklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir. Betimleme nesnele­rin, varlıkların, belirgin özelliklerini tanıtıp göz önünde canlandırmaktır. Bu anlatımda okuyucunun çe­şitli duyularına seslenilerek anlatılan varlıkla ilgili izlenim kazanılması amaçlanır. Bu amacın gerçek-eşmesi için titiz bir gözlem gerekir. Gözlem sırasında ayırt edici özelliklerin anlatılmasına özen göste­rilir.
Ruh çözümlemeleri de betimlemedir. Ancak buna "tahlil" denilir. Bu betimlemelerde betimlenecek nesne ve görünüşün, adı söylenerek veya sezdirilerek betimlemeye başlanır. Nesne ve görünüşün bir mekâna yerleştirilmesi bu anlatım türünde çok önemlidir.
Bilgi veren, gerçeği yansıtan sanat ve simgesel işlevi olan betimlemelerden de söz edilebilir. Bu betimlemeler belgesel metinlerdir, gerçeği yansıtan betimlemeler yaşanmış olayların sahnesini tanıtan yazılardır, sanatsal betimlemeler olayın sahnesini veya aksesuarını yansıtır.
Simgesel betimlemelerde, okuyucunun yorumuyla betimlenen şeye ulaşılabilir; anlatma esasına bağlı metinlerde kahramanın ruh hâlini ve mizacını yansıtan betimlemeler bulunmaktadır.
Coşturucu Anlatım: Coşturucu anlatımda "ben" ve "biz" zamiri hareket noktası durumundadır. Bu tür anlatımlarda heyecan, mutluluk veya mutsuzluk ifade eden; dinî duyarlılık, derin düşünce, yü­celtme gibi hâlleri dile getiren söz öbeklerinin kullanıldığı görülür.
Destansı Anlatım: Destansı anlatımda tarihî olay ve kişiler olağanüstü bir şekilde anlatılır.
Emredici Anlatım: Emredici sözlü ve yazılı anlatım okuyucuyu bir iş yapmaya, bir eylemde bulunmaya, bir davranışı gerçekleştirmeye zorlar. Alıcı durumundaki okuyucu veya dinleyici kendisine söyleneni yerine getirip getirmemek durumundadır. Bu anlatım türünde emir, telkin, öneri ifade edenkelime ve kelime gruplarının çok kullanıldığı görülür. Bu tür metinlerin öğretici ve açıklayıcı yönleri de bulunmaktadır.
Öğretici Anlatım: Öğretici metinler açıklama, aydınlatma, bilgi verme amaçlarıyla yazılır. Öğretici metinlerde söz sanatlarına, dilin bünyesine mal olmamış yan anlam ifade eden kelime ve kelime grup­larına yer verilmez. Öğretici metnin anlaşılması ve yorumlanması için okuyucunun verilen bilgiyi kav­rayabilecek birikime sahip olması gerekir.
Açıklayıcı Anlatım: Açıklayıcı yazılar; sorunu ortaya koyan cümle veya cümlelerle başlar; soru­nu çözümleyen açıklamalar, örnekler, karşılaştırmalar ile devam eder, özetleyici veya yargı bildiren ifadelerle sonuçlanır.
Açıklayıcı anlatımda dilin göndergesel işlevi ve kelimelerin gerçek anlamlarında kullanılmasına özen gösterilir, ifadelerin kesin ve açık olması çok önemlidir. Açıklayıcı metinlerde tanımlama, açıkla­yıcı betimleme, sınıflandırma; örneklendirme, benzerlik ve karşıtlardan yararlanarak metinler düzenle­nir.
Tartışmacı Anlatım: Okuyucuyu veya dinleyiciyi istenilen davranış ve düşünce biçimine yönelt­mek amacıyla başvurulan bir anlatım biçimidir. Bu anlatım biçimiyle okuyucunun sahip olduğu düşün­cenin değiştirilmesi amaçlanır. Yani amaç düşünce ve konularda değişiklik yapmaktır. Tartışmada yazar veya konuşmacı yeteneği, bilgisi ve deneyimiyle kendince bir yöntem belirler.
Kanıtlayıcı Anlatım:Ortaya atılan herhangi bir konu, düşünce, görüş veya yargıyı okuyucuya (veya dinleyiciye) kabul ettirmek için başvurulan anlatım biçimine kanıtlama (ispat yoluyla anlatım) denir. Bu anlatım biçimi -genellikle- makale, deneme, fıkra, eleştiri gibi yazılı türlerle; konferans, açık oturum, münazara gibi sözlü kompozisyonlarda kullanılır.
Kanıtlamada önce, kişiye ait düşünceler (yargılar, kanaatler ...) ortaya konur, sonra bu kanaatle­rin doğruluğunu ispatlayacak delillerden, belgelerden de yararlanılarak dinleyici veya okuyucu ikna edilir. Bu anlatım biçiminde bir başka üslûp olarak da önce yazarın katılmadığı zıt düşünceler söylenir sonra bunların yanlışlığı belgeleriyle ispatlanır.
Düşsel (Fantastik) Anlatım: Fantastik metinler, gerçek dışı ve düşsel nitelikteki olgu ve olu­şumları anlatan metinlerdir. Büyük ölçüde bireysel istek ve kaprislere göre biçimlenmiş, amacı somut bir işlevi yanıtlamak olmayan, özellikle genel-geçer eğilimlere uymayı yadsıyan her tür sanatsal ürün, tutum ve davranışa fantezi denir. Fantastik, soyutlaştırma yüzey ya da hacim sanatlarında gerçek varlıklara gönderme yapan betilerin tanınamayacak derecede yalınlaştırılmasıdır. Düşsel (Fantastik) metinlerde,..hayale sığınma ve yaşanılan gerçeklikten kaçış söz konusudur.
Gelecekten Söz Eden Anlatım: Bu tür metinler gelecekten söz eden metinlerdir. Ütopya metin­lerini de bu gruba dahil edebiliriz. Bu tür metinlerde gelecek zaman bildiren sözler ve gelecek zamanlı çekimli fiiller kullanılır.
Söyleşmeye Bağlı (Diyalog) Anlatım: Sohbet, diyalog, mülakat adı verilen metinler söyleşme çevresinde oluşur. İç konuşma (monolog) da söyleşmeye dayanır. Günlük hayat, roman, hikâye ve tiyatrolarda karşılıklı konuşma (diyalog) ve ikiden fazla kişinin konuşmasına bağlı metinler, söyleşme anlatım türü çevresinde oluşur.
Mizahî Anlatım: Mizaha hayatın hemen her öğesi girer. Ancak başkalarına aktarıldığında bir forma girerek edebiyata yansır. Söz olarak doğan mizah yazıya geçirildiğinde edebi bir kimliğe bürü­nür. Mizah kavramı güldürme amacının yanı sıra dolaysız olarak yergiyi ve öfkeyi de içerir. Mizahın sınırları ironiden sövgüye kadar uzanır. Mizahın geniş bir anlatım ve içerik alanı vardır. Öfkenin, düş­manlığın dışa vurulduğu, toplumsal eleştirinin dile getirildiği önemli bir edebiyat türüdür.
Mizahta abartma, ironi gibi ince zeka ürünü yöntemlerin yanı sıra aşağılamalar da vardır. Mizah, düşüncelerin nükte, şaka ve takılmalarla süslenip anlatıldığı bir söz veya yazı çeşididir. Bu anlatımda ses, hareket, konuşma, görünüş taklitlerinin rolü çok büyüktür.
HAZIRLIK
1. Paragrafın Önemi ve Yararları:
• Okumayı ve anlamayı kolaylaştırır. Paragraflara bölünmüş bir yazıyı okumak ve anlamak daha kolay olur.
• Planlı yazmayı sağlar. Yazıya anlam ve konu bütünlüğü kazandırır.
• Konunun belirli ölçülerde işlenmesini sağlar. Her paragrafta konunun bir başka yönü işlenir.
• Duygu ve düşüncelerin ayrı ayrı paragraflarda işlenmesi düşünce karışıklığını önler.
2. Paragraf "bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği, bir durumu, bir öneriyi, olayın bir yönünü, yal­nızca bir yönüyle anlatım tekniklerinden ve düşünceyi geliştirme yollarından yararlanarak anlatan yazı türüdür. Kelimeler cümleleri, cümleler paragrafları, paragraflar da yazıları oluşturur. Paragraf bir yazı­nın küçültülmüş bir örneğidir. Bu yönüyle yapı bakımından bir yazıya benzer. Nasıl yazıda giriş, geliş­me, sonuç bölümleri varsa paragrafta da aynı bölümler vardır. Her paragrafta bir düşünce savunulur. Paragrafın bir bütün oluşturabilmesi için cümlelerin de yapı ve anlam yönüyle bütünlük oluşturması gerekir. Paragraftaki düşünceler hem kendi aralarında birbirine bağlı hem de ana düşünceye bağlıdır.
Paragraf kendi içinde bir bütünlük oluşturduğu gibi yazı içinde de yazıyla bir bütünlük oluşturur.
3. Düşünce 'duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, rnülaha-za'dır. Yazmak, düşünceyi yazı ile ifade etmektir. "İnsan okuyarak ve gözlem yoluyla elde ettiği verileri zihninde depo eder. Bu birikim, insanın düşünce ufkunu genişlettiği gibi yazma ve konuşma sırasında kolaylık sağlar. Düşünmekle zihinsel faaliyetlerimizi geliştirir; iyiyi, doğruyu ve güzeli yakalama imkanı elde ederiz. Zihinsel faaliyetler yazının alt yapısını oluşturur." Buradan hareketle "düşünmeyen insan yazı yazamaz" sonucuna ulaşabiliriz.
4.
"Yitik Cennet'in Işığında" Sezai Karakoç ve "Masal" Şiiri / Ali Osman DÖNMEZ
Modern Türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan Sezai Karakoç, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın problemleri üzerine düşünen ve bu problemlerin çözümüne dair önemli fikirler beyan eden değerli bir düşünce ve sanat adamıdır. Cemiyetimizin yaşadığı birçok probleme 'medeniyet' perspektifinden yaklaşan Karakoç, ona yüklediği mânâlar ve getirdiği orijinal yorumlarla çağdaşı birçok şair ve yazardan ayrılır. Sezai Karakoç'un medeniyet anlayışını ve onunla irtibatlı kavram­ları bilmeden, birçok eserini olduğu gibi, 'Masal' şiirini de tam olarak anlamak mümkün değildir.
Çünkü Karakoç'un yazı ve şiirlerinde çağını ve tarihî hâdiseleri yorumlarken ortaya koyduğu hemen hemen bütün kavramlar, sistemleştirmeye çalıştığı medeniyet anlayışının içinde bir mânâ ve bütünlük kazanır. Sezai Karakoç'a göre medeniyet; insanoğlunun asıl gayesini gerçekleştirme çalışmalarından, ona varma anlayışından, onu bulma ve kaybetmeme gayretinden, o yöndeki duygu ve düşüncelerini ifade isteğinden doğan, kaynaklanan ve beslenen niyet ve faaliyetlerin, teori ve pratiğin, tasarım ve eserlerin reel ve potansiyel güçlerin tamamını ifade eder. Ona göre medeniyet, ruhun bir nevi dışa yansımasıdır. Karakoç'a göre 'iyi' ve 'kötü' olmak üzere, özünde birbirinden tamamen farklı iki medeniyet vardır ve bu iki medeniyet insanın yaratıldığı günden beri, birbiriyle devamlı mücadele halindedir. Karakoç, 'kötü'nün de bir medeniyetinin olduğunu ifade eder; çünkü o da örgütlenmiş, güçle donanmış ve kendini haklı görmenin felsefesini düzen­lemiştir. Kötünün medeniyeti; inanca karşı 'felsefe' adı altında 'kara felsefe'yi, ruha karşı maddeyi, ulvîye karşı süflîyi, huzura karşı sıkıntıyı, âhenge karşı kaosu çıkarmıştır. Karakoç, gerçek mede­niyetin Ortadoğu'da neşv ü nema bulduğu fikrindedir. İslâm medeniyeti, bugün bu medeniyetin tek vârisi durumundadır. Hz. Âdem aleyhisselâm'la başlayan iyinin medeniyeti 'ak medeniyet'; bir vahiy, hakikat ve kitap medeniyetidir, islâm medeniyeti, bu medeniyetin devamı hükmündedir. Karakoç'a göre Batı'nın; hakikatin, peygamberlerin medeniyeti olan islâm medeniyetinin karşısına her devirde dikilmesi, insanın yaratılmasıyla başlayan savaşın sürdüğünü göstermektedir. Sezai Karakoç, medeniyet telâkkisinin ışığında 'millet' mefhumuna da yeni yorum ve tarifler getirir. Ona Göre din ve medeniyet, bir tarafıyla da, 'bir millet örüştür.' Onun düşünce dünyasındaki millet, günümüzün sosyolojik millet kavramından oldukça farklıdır.
Sezai Karakoç'un 'millet'i; bir ırk ve dilin toplayıcılığından değil, bir idealden ve inanç etrafın­da örgütlenişten doğar. Ona göre millet; tarih, inanç ve şuurun ışığında geleceği hedef alan bir e- ş iradesinin müşahhaslaşmasıdır. Millet, hakikat uygarlığını gerçekleştirme hedefini ye­gâne gayesi yapmış bir ideal toplumudur. Karakoç, İslâm milletini meydana getiren ırkların, dinin birleştiriciliği altında millet kardeşliğine yükseldiğini ifade eder. Karakoç'un millet telâkkisinin te­melinde, dinin ikliminde doğup gelişen bir medeniyet vardır ve onun tarif ettiği millet, bu medeni­yetin kaideleri üzerinde yükselir. Karakoç'un 'devlet' düşüncesi de, 'medeniyet' ve 'millet'te olduğu gibi vahiyle münasebetlidir. Devleti, "ilâhî Kudret'in en çok göründüğü beşerî müessese" olarak tarif eden Karakoç, insanların yitirilmiş Cennet'e kendi teşkilâtlanmalarıyla varmak için 'devlet'ten geçtiklerini belirtir. Ona göre, medeniyetin temelinde din, milletin temelinde medeniyet olduğu gibi, devletin temelinde de millet vardır. Devletin milletin iradesi doğrultusunda şekillenmesi gerektiğini düşünen Karakoç, bu teziyle devlet-millet farklılığından kaynaklanan problemlere de önemli bir çözüm teklifi getirir. Sezai Karakoç'un medeniyet, millet ve devlet hakkındaki fikirlerini ihtiva eden bu ön bilgilerden sonra "Masal" şiirini yorumlamaya geçebiliriz. "Doğuda bir baba vardı Batı gel­meden önce Onun oğulları batıya vardı".
Karakoç, siyasî sistem, kavram ve ideolojilerle hesaplaşırken Doğu ve Batı'yı medeniyet ek­seninde ele alır; problemlerin, hastalıkların, güzelliklerin, çözüm arayışlarının, pratik modellemelerin tarihî ve felsefî temellerine inmeye çalışır. Ona göre her medeniyet, kendi mefhumlarıyla ta­nımlanır ve onların tarihî ve felsefî arka plânına yaslanarak yeni bir dünya görüşü inşa eder. Ka­rakoç, medeniyet tarif ve yorumlamalarında Doğu ve Batı'yı coğrafî birer terim olarak değil, ruhun manevî doğusu ve batısı olarak kullandığını özellikle belirtir. Ona göre gerçek medeniyet âdeta ortada doğmuş; fakat doğu ve batıya doğru sapmalar sebebiyle sahte ve düşman medeniyetlere dönüşmüştür. Sezai Karakoç'un düşünce dünyasında 'ak' ve 'kara', 'iyi' ve 'kötü', 'bal' ve 'zehir', 'tuba' ve 'zakkum' kadar birbirinden farklı olan 'Doğu' ve 'Batı'; tarih boyunca birbirleriyle devamlı mücadele hâlinde olmuştur. "Masal" şiirinde, dayandıkları temeller itibariyle farklı olan bu iki me­deniyetin birbiriyle münasebeti ve mücadelesi resmedilmektedir. Şiirin ilk kelimesi olan 'Doğu'yu coğrafî tedâileriyle birlikte vahyin ışığında doğup gelişen İslâm medeniyeti olarak düşünebiliriz. Doğu'da 'baba' otoriteyi, yani bir nevi devleti temsil eder. Buradan hareketle, "Doğu'da bir baba vardı" mısraındaki 'baba', İslâmî hassasiyetleri nazar-ı dikkate alan bir devlet olarak yorumlanabi­lir. "Batı gelmeden önce/Onun oğulları batıya vardı" mısraı bir münasebetin başlangıcına işaret etmektedir. Demek ki, ilk aksiyon Doğulu babanın oğullarından gelmiştir; çeşitli fikirlerin şevkiyle önce onlar Batı'ya gitmişler, sonra da, Batılılar Doğu'ya gelmişlerdir. Hâdiseye tarih penceresin­den bakıldığında, şiirin genelinde anlatılanlarla Osmanlı'nın son dönemleri arasında bir paralellik kurulabilir. (...)

0 yorum:

Yorum Gönder

 

PERUKLU ADAM. Copyright 2008 All Rights Reserved Revolution Two Church theme by Brian Gardner Converted into Blogger Template by Bloganol dot com